Search This Blog

Saturday, November 7, 2015

Araştırmacı Gazeteci

Vallahi facebooku açmaya korkar oldum bu aralar. Sürekli bir doğum haberi, sürekli yeni doğmuş bebek fotoları, boy boy dizi dizi. Bir süredir yeni evlenen her çifti gizliden takibe alıyorum resmen. Evlendikten sonra kızın koyduğu fotolara dikkatli dikkatli bakıyorum, Yüzüne orasına burasına hiç utanmadan zumluyorum ki göreyim bir şişmanlama, şişkinlik, hamilelik belirtisi var mı diye. Malum ilk üç ay falan kimse resmi olarak hamileliğini açıklamıyor. Ama bilmiyorlar ki dedektif ben iz üstünde, hah! Araştırmacı gazeteci. Övünmek gibi olmasın, şu ana kadar tahminlerim de hiç fena değilim. Bazen hiç beklemediklerimden geliyor ama hamilelik haberi işte onlara gıcık oluyorum. Mesela ikinci üçüncü bebeğine hamile kalanlar. Onlar ters köşeye yatırıyor beni. Hepinizi de takip edemem ki canım!

Allah analı babalı sağlıkla büyütsün inşallah tüm bebeleri. Canı gönülden diliyorum. Amma velakin benim bu fantastik hallerim ne olacak henüz onu çözemedim. Halbuki özünde pek de iyi bir insanın. Karıncayı incitemeyecek cinsten. Şimdi böyle kıskanç gözü dönmüş deli saplantılı
bir insanı mı dönüşüyorum yoksa? Bir ben miyim böyle olan? Aramızda doktor varsa duruma el atabilir mi acaba?

Thursday, October 29, 2015

Şükretmek

Benim gibi yurtdışında yaşayan bir arkadaşımdan mail geldi bugün. Yaklaşık 1 sene önce doğum yaptı. Güzel mi güzel, sağlıklı mı sağlıklı bir oğlu var. Çok yakın arkadaşım olduğu için biliyorum, ilk denemelerinde, ilk ay çat diye tuttu bebek. Malum, böyle insanlar da mevcut. Neyse gel gelelim mailine. Efenim, mevzu bahis bu arkadaşımın şartlardan dolayı bir bakıcısı yok. Annesi de yanında değil, Türkiye'de. Mailin konusu şu. Çok daralmış, çok sıkılmış çocuğun peşinde koşmaktan. Bunalıma girecekmiş nerdeyse. Hayatında hiç bu kadar zorlanmamış. Fenalıklar basmış hep çocuğa göre yaşamaktan, hep parklara gitmekten, hep çocuklu ailelerle görüşmekten. Bebeği kreşe başlasın diye gün sayıyormuş. İçini dökmek istemiş bana...BANA BANA BANA! Nerdeyse 2,5 senedir çocuk sahibi olamayan bana. Yani bu kör bir adama gidip "ay gözüme kirpik kaçtı, göremiyorum, acıyor" diye sikayet etmeye benziyor. E pes. 

Tamam anladık çok yakın arkadaşız, dostlar birbirlerine iyi günde kötü günde destek olurlar da, biraz şuursuzca değil mi bana attığın bu mail? Sen ki sevgili arkadaşım, üç aşağı beş yukarı nelerden geçtiğimi biliyorsun. Sen ki ilk denemede çat diye bebeğini tutturmuşsun, gerçekten cırlamak istiyorum şimdi sana. Senin ne haddine bunlardan şikayet etmek, hem de bana?

Serzenişim sadece ona değil aslında, onun gibi olan öyle çok kadın var ki etrafımda. Yahu eve kedi köpek alsak aylarca uykusuz kalıyoruz, pert oluyor insan peşinde koşmaktan, yok çişi yok kakası yok maması diye. Bebek ayol bu, insan yavrusu. İnsan yetiştiriyorsun. Ne bekliyordunuz hakkaten, ne olacaktı bebek olunca? Deli oluyorum duyunca. Çocuk bu. Bundan sonra tabii ki hayatın eskisi gibi olmayacak. Tabii ki herşey çocuğa göre karar verilecek. Ne bekliyordun doğururken? Evcilik oynar gibi istediğin zaman kucağına olacak, sonra rafa mı kaldıracaktın? Hadi şuursuzsun bilemedin, peki neden gelip bana anlatıyorsun bunu? Hiç mi absürt gelmiyor sana bunları bana yazmak? Benim sana ne kadar gıpta ettiğimi tahmin edemiyor musun? Hiç kusura bakma, duble şuursuzsun.

Kendisine bunları bu şekilde yazamadım tabi. Size patladı.

Cevap mailimde, giriş cümlesi olarak ona ne kadar şanslı olduğunu hatırlattım sadece. Sonra da tavsiyelerimi yazdım.

Unutuyoruz işte. Neye sahip olduğumuza değil, neye sahip olmadığımıza takılıyoruz hep. Bu benim için de geçerli tabii ki. Şükretmeyi hepimiz unutuyoruz, ilk aklımıza gelen şey hep şikayet. Geçenlerde gittiğim bir danışman bana güzel bir çalışma verdi. 21 gün boyunca her gün aksatmadan bir kağıda, hayatına dair müteşekkir olduğun, kendini şanslı hissettiğin şeyleri yazıyorsun. Hergün başka birşey bulup yazmak gerekiyor. Her gün 7 kere alt alta yazıyorsun aynı cümleyi. Pozitif olumlama çalışması deniyor buna. Mesela "çok şükür, beni çok seven bir kocam var" diye 7 kere yazıyorsun ilk gün. Yarın yeni birşey buluyorsun. Örneğin "çok şükür, iyi bir işim var" yazıyorsun yedi kere. İlk bir hafta kolay geçiyor, pıtır pıtır bulunuyor yazılacak cümleler de sonra fena tıkanıyor insan. Ama sonra yeni şeyler bulmak için beynimi kurcaladığımda öyle güzel şeyler çıktı ki ortaya, ben bile şaşırdım. Meğer ne güzel şeyler varmış hayatımda, ne kadar şanslıyım ne çok konuda. Hala saklıyorum o 21 sayfalık kağıdı. Hayatımın tüm değerleriyle dolu, çok " değerli " bir kağıt. Canım sıkıldığında açıp açıp bakıyorum neler vardı diye. Çok iyi geliyor. Çok şükür. 

Monday, October 19, 2015

Zaman

Salı günü beklenen düşük gerçekleşti. Gebeliğim doğal yolla sonuçlandığı için burada vücuduma teşekkürlerimi borç bilirim.

Çok ağrılı sancılı geçti. Neredeyse bir haftadır zaman zaman azalsa da ağrı bitmek bilmedi. Sular en sonunda bugün sakinlendi. Gözümün önündeki perde yavaş yavaş kalkmaya başladı.

Kimsenin başına vermesin. Zor şeymiş meğer düşük. Ya da ben zor yaşadım, bilemem. Düşük diyince insanın aklına sanki yere bir anda kalemin düşer gibi bir görüntü geliyor. Pıt diye bir anda, hop diye oluvereceğini zannediyor insan. Yerçekimi var ya hani. Birşey düştü mü anlıktır, hemen oluverir. Ama iş hamileliğe gelince öyle olmuyormuş meğer. Günler hatta haftalar süren ağrısı sancısı bir yana, üstüne üstlük vücuttan çıkış anı ve görülen tablo akıllara zarar. Neyse bunu da böylece geride bıraktık.

Son bir haftada öyle çok ağladım ki göz kapaklarım tahriş oldu, silip ovalamaktan kabuk tuttu resmen. Sanırım düşük olduktan sonra hormonlar hızla yere çakılmaya başlıyor (ki dün yaptırdığım beta testi de bunu doğruladı) İşte o çakılma zamanı da vücut öyle bir çalkalanıyor ki bir gece hiç durmadan 4 saat ağlamışım, ertesi gün eşim söyledi. Onu takip eden günler de pek farklı değildi, bayağı psikopat davranışlar sergiledim. Yok dedim, delirdim heralde, al işte buraya kadarmış, sıyırdın artık. İstop çarçop! Sonra ne oluyorsa oluyor işte. Klasik laftır, "zamana bırak" denir ya zor anlarda. Hakkaten bu zaman ne menem şeydir, in midir cin midir nedir, her nasıl oluyorsa her geçen gün biraz daha normale dönmeye başladım. Valla ben birşey yapmadım, kendi kendine oluyor işte. Sonra aklıma geldi, ilk düşüğümden sonra da hayat sanki normale hiç dönmeyecek gibi gelmişti. Ohooo! Normale dönmekle kalmadı ne tatiller, ne seyahatler, ne partiler, ne eğlenceler yaşadık üstüne. Zaman herşeyin ilacı diye vallahi boşuna dememiş atalarımız. Şundan beş gün önce bloğum aklıma geldiğinde " ne uğraşıcam yeaa, yazmam zaten artık bi daha!" diye atıp tutarken, aha bugün burdayım işte.

Siz siz olun herşeyin üstünüze yıkıldığı an koyverin gitsin, zaman napıyor nediyor hepsini toparlıyor. Tecrübeyle sabit.

Aslanım Zaman. Henüz sırrını çözemedim ama, iyi ki varsın.

Monday, October 12, 2015

Delirmeden Önce Son Çıkış


Geçen ay tam bu gün hamilelik testimi yaptırmıştım. Yihuu. Yani tam bir aydır hamileyim! Ama aslında değilim de. Saçmasapan. İlk Beta HCG sonucum 25 çıkınca değeri hiç beğenmedi doktor. "Dur bakalım, iki gün sonra değer ikiye katlanacak mı, onu görelim" dedi. Yemeden içmeden kesildik o 2 gün. Dünya durdu sanki. O da ne? Bir sonraki test sonucu 60! Başlasın yine festivaller, şenlikler. Olley katlandı işte, bebeğimiz geliyor! Ama rüyadan uyanmak fazla uzun sürmüyor çünkü doktorum demez mi "ikiye katlamış ama yine de istediğimizden düşük bir değer bu". Ama anacım sana da birşey beğendiremiyoruz! Katlansın dedin katladık işte, yine yaranamadık. Düşük ya dış gebelik olabilirmiş. Sabah festivalle başlayan günümüz, akşama doğru gelen doktorun bu yorumuyla yine bir faciaya döndü haliyle. Üstüne bir de kanama başladı. Hee bi de yeni işe başladım o hafta, bunların hepsi aynı günlerde oluyor. Tam çıldırmalık. Sabahın köründe labaratuvarda test yaptırıp, koştur koştur sonucumu alıp işe gidiyorum.  Sabah herşey şahane. "Lay lay looooom, mutluyum hamileyim trall lal layyy". Akşama doğru test sonucumu yorumlamak için doktor arıyor, yok diyo düşük falan bu kesin. Moraller sıfır, bu sefer merdiven aralarında tuvalette ağlayan bir tipe dönüşüyorum. Manik depresif sanmıştır heralde işyerindekiler beni. 

Sanırım 10 kere daha kan aldırdım, 5 kere falan da ultrasona girdim, artık birşey görünse de anlasak diye. Labaratuvardaki kadınla da arkadaş olduk. Yazık, canım benim meğer o da çok uzun zamandır deniyormuş, yıl sonuna kadar olmazsa o da tüp bebek tedavisine başlayacakmış. Sevinçten değerim her ikiye katlandığında benle beraber ağladı kadın. 

Doktorun düşük iddialarına rağmen kan değerlerim 2 hafta boyunca arttıkça arttı. Çılgınlar gibi uyku basar oldu, gözlerimi açık tutamaz oldum. Göbeğim falan şişiyor pantalonlar sıkmaya başladı. Hamileyim işte, lamı cimi yok. Ne zaman ki bir kaç kez ultrasonla baktılar ve bebek göremediler bu gebeliğin düşükle sonuçlanacağı kesinleşti. Kese hala içimde, vücudumdan kendi kendine atılmasını bekliyorum. Son bir sene içerisinde 6. Kez anestezi almamak, kürtaj olmamak için direniyorum. Bari bunu benim için yapabilir misin sevgili vücudum? Bekliyorum. Tam 1 aydır bekliyorum. Tam 1 aydır kanıyorum. Seks yok, şarap yok, yoga yok, yüzme yok, topuklu ayakkabı yok kısacası hayatımın en sevdiğim beşlisi yok! Üstüne bir de bebek de yok. Delirmeden önce son çıkış ne tarafta acaba?

Sunday, October 11, 2015

Anlatsak mı Anlatmasak mı?


İlk tük bebek tedavimi saflıktan olsa gerek maaşallah hayatımda kim var kim yoksa eş, dost herkeslere anlattım. Hayret! Nasıl olduysa bir işyerindekilere anlatmamışım. Neredeyse her gün, arayan sorana aşama aşama tedavinin süreçlerini anlatıyordum. Oooh, ilk hamilelik haberimi aldığımda söylememe gerek yok heralde, neredeyse gazeteye tam sayfa ilan vericektim! Hamile olduğumu öğrendiğim an, uzak ara hayatımda en mutlu olduğum andır. Net. 


Maalesef güzel haber uzun sürmedi. 7.haftada anembriyonik gebelik olduğu anlaşıldı ve kürtaj olmak zorunda kaldım.  Eh hadi bakalım, şimdi ayıkla pirincin taşını. İçime iki embriyo konmuştu. Ultrasona gittiğimi bilen herkes "ayyy acaba tek mi ikiz mi, ne dedi doktor?" diye heyecanla beni aradığında ne tek ne ikiz, cevap sıfır demek çok ağır koymuştu. Zaten ağlamaktan hali kalmayan ben, bu açıklama görevini de annem ve kızkardeşime devretmiştim.Uzunca bir süre telefonlara da hiç çıkmadım. Bir ara facebook hesabımı bile kapatasım geldi. ( O niye bilmiyorum gerçi. Sanırım buharlaşmak yok olmak istiyordum bir süre). Neyse günler günleri, aylar aylar kovaladı. Endometriosis sebebiyle önce bir laparoskopi oldum. Sonra sıra geldi ikinci tüp bebek maceramıza. Ama bu sefer karar verdim sır gibi sakladım! Hayır benim için bu sırrı saklamak da hayli zor. Çünkü Türkiyede yaşamıyorum ve istanbula bir kaç haftalığına gelince, herkes haliyle tekrar tedavi için geldim diye işkillendi.Neyse öyle veya böyle durumu beyaz yalanlarla geçiştirmeye çalıştım ama o da ne? Bir de ısrarlı bir kadro çıktı bu sefer meydana. " Peki bir sonraki tüp bebek ne zaman? Noluyo şimdi? Ne aşamadasın? Tekrar deniycek misin?....." Artık dayanamayıp bu konunun beni çok üzdüğünü ve yıprattığını ve bu konuda konuşmama kararı aldığımı bir iki kişiye söylemek zorunda kaldım. Söylememe rağmen hala ısrarcı sorular devam etti. O da ne? Bu sefer anlatmıyorum diye alınan küsen bir kadro ortaya çıktı. Hey allahım benim zaten canım burnumda. Bir de insan idare etmekle mi uğraşıcam? Yok artık!

İkinci tüp bebekte de benzeri oldu. Gelişim durdu yine. Tek farkla. Kanama başladığı için şu an doğal yolla düşük olmasını bekliyoruz. Neyse uzun lafın kısası, şayet tedavinize yeni başlayacaksanız ve bu satırları okuyorsanız size bir dost tavsiyesi. Aman diyim kimselere anlatmayın. Zaten göz var, nazar var, aman ne gerek var. Bir siz bilin, bir de anneniz, kardeşiniz, bir de sır tutabiliyorsa en yakın arkadaşınız. Sonra her kafadan bir ses çıkıyor. Bir bakıyorsunuz alelade bir arkadaşınızın hiç tanışmadığınız annesi telefonda dışarı çıkacağınızı duyunca ciddi ciddi " AA ne işi ver onun dışarda? Çıkmasın dışarı bu soğukta. Olmaz valla yoksa bebek memek!" diye hakkınızda ahkam kesebiliyor. Malum, Türkiye'de herkes anne bebek uzmanı. Uzman ne kelime! Ordinaryüs profesör hatta. 

Saturday, October 10, 2015

Saçma Yorumlarla Mücadele Etme Kılavuzu 3

Sırada en sevdiğim tiplemelerden biri var. Ortada bilmiş bilmiş dolaşan dizi dizi Polyannalar. "Sen pozitif düşün canım, o zaman herşey pozitif olur"cular. Sanki ben hep negatif düşünüyorum da, çocuğumun olmaması benim suçum. Öyle bir havalardar. Ah o Secret kitabı yok mu. Hep onun yüzünden türedi bu cins. Hmm oldu canım, düşüncenin gücü tabii ki.Yeter ki inan kendine, insan bakışlarıyla kaşığı bile bükebilir değil mi? Hepimiz minik birer matrix yıldızıyız adeta! Canım benim, ben ameliyat olmuşum, içimi açıp bakmışlar nerdeyse en şiddetli seviye endometriosis teşhisi koymuşlar. Tekrarlama ihtimali yüksek.Tüpümün birini kapamışlar, öbürünü zor bela ellerinden kurtarmışım "ay nolur durun bari o açık kalsın" demişim bir umut. Sen sanıyor musun ki ben başıma bunların geleceğini tahmin ediyordum? İki yıl önce hamile kalmayı ilk denemeye başladığımızda evi değiştirdik, allah bebek geliyor büyük ev lazım diye. O kadar da inanıyordum hemen olacağına. Aklımın ucundan geçmedi bunlar. Hala zaman zaman o boş duran "bebek" odasına girip beşiği şuraya koyarım, koltuğu da şuraya diye hayaller kuruyorum. Ama yok işte olmadığı zaman da olmuyor bazı şeyler. Ben yoga yapan, meditasyon yapan bir insanım. İnsan beyninin vücudunun sınırsız kapasitesi var, öyle şeyler yapabiliriz ki, evet aklımız durur
biliyorum.  Ama şimdi ehvenişer durumdaki tek tüpümle ilgili olmadık hayaller kurmam da biraz enayilik olmaz mı? Pozitif düşüneyim, çok inanayım yarın Oscar kazanayım demek gibi birşey bu. Oscar kim ben kim? Oyuncu bile değilim ben ayol.

Ben demiyorum ki hep en kötüsünü düşünelim yerden yere vuralım kendimizi. Sadece şunu bilmekte fayda var. Hayat bu. Güzel şeyler de gelecek başımıza, kötü şeyler de. Sen istediğin kadar "yok yok ben üzülmüyorum, canım acımıyo ki" de, başka tarafından fena patlar o. İnsanız yahu, tabi üzülücez, tabi ağlıycaz, tabi korkucaz. Yüzleşin korkunuzla. Yüksek sesle söyleyin hatta. " Hiç çocuğum olmayacak diye çok korkuyorum" diyin. Yok saymaya çalıştığınız şey daha çok büyür, içine alır boğar sizi. Gerçek meziyet bunları yok saymakta değil, sadece bu üzüntü ve kaygıların hayatın tam merkezine oturmasını engellemek. Sizin parçanız olan tüm duyguları dengelemek, kabul etmek. Gerçek "bilgelik" budur. Büyüyünce ben de bilge olucam.

Friday, October 9, 2015

Saçma Yorumlarla Mücadele Etme Kılavuzu 2

Gıcık İnsan Tipi 2: "ah canım sıkma canını, vakti gelince olacak" diyenler. Sormak istiyorum şimdi kendilerine. Acaba nasıl oluyor da çocuğum olacağından bu kadar emin olabiliyorlar bu biiiiir. Ya olmazsa diye hop oturup hop kalkıyorum da ben mutamadiyyen. Hem şayet o "vakit" gelir de çocuğum olunca tabi ki sevineceğiz de oraya gelene kadar çektiğim hem fiziksel hem psikolojik acıyı ne yapacağız? Canımızı sıkmak için yeterli birer sebep değiller mi sence? Ben böyle cevap veriyorum kendilerine.

Kısırlık dediğin şeyi psikoloji majör hayati krizlerden biri olarak tanımlıyor. Üreme sonuçta bu. İnsanın yeme içme sıçma gibi en temel fonksiyonlarından biri. Hatta bazı araştırmalara göre bir kadının kısır olduğunu öğrenmesi ( ki 1 yıl boyunca kendiliğinden hamile kalamayana resmi olarak kısır deniliyor) kanser olduğunu hatta aids olduğunu öğrenmesi ile aynı efekti yaratıyor. Hee ama ben canımın sıkmıyim, öyle mi? Tamam canım, oldu öptüm. Görüşürüz.